3 Eylül 2015 Perşembe

MEDEA




Doğum denizlere tuzlu gözyaşlarıyla ağlayan
Ne kadar zaman sürer, kaç aylık ölür çocuk
Oysa onlar yüzme bilmez uzaklaşamaz kıyıdan
Sahile vurur bir narin beden, iki mavi boncuk


Medea, nasıl kıydı öfken masum çocuklarına
Saçlarının dalgasına bulaşmış bir damlacık kan
Kızıldeniz gibi açılıp, yol verseydin yolcularına
Kollarının arasında secdeye kapansaydı Firavn

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Oyuncunun “kepçe operatörü” olarak portresi


Poprişçin!.. Aksentiy İvanov!.. Ferdinand VIII, İspanya Kralı!.. Ya da yedinci dereceden bir memur olmaya yazgılı bir Rus kişisi… Gogol’ün Bir Delinin Hatıra Defteri isimli hikâyesi, inişli çıkışlı bir duygu dünyasının içinde gerçekliği hızla elinden kaybeden bir insanın ruh dünyasını anlatıyor. Ankara Devlet Tiyatrosu, Erdal Beşikçioğlu’nun tek kişilik muhteşem bir performansı ile İstanbul’da Tekel Sahnesi’nde oyunu sahneledi. Cem Emüler’in yönettiği oyunu, Coşkun Tunçtan dilimize çevirmiş. Sylvie Luneau ve Roger Coggio oyunlaştırmış. Sertel Çetiner’in dekor ve kostüm tasarımı, Seyhun Ayaş ve Zeynel Işık’ın ışık tasarımı oyunun fark oluşturan öğeleri olmuş. Erdal Beşikçioğlu, oyuncu olmanın yanı sıra yönetmen yardımcısı olarak da oyunda yer almış.
Oyun yedi yıldır sahnedeymiş… Ankara’ya birkaç kez niyetlendim, yer yok dediler. Seyircinin TC Kimlik numarasına göre bilet aldığı, bir kez seyredenin bir daha seyretmediği ya da biletlerin çok kısa bir “ân”da tükendiği sizlerin de malumudur. İstanbul’da sahneleneceğini duyunca, rica minnet bir kişilik yer bulabildik ve soluğu Tekel Sahnesi’nde aldık…
Yoğun sisin hâkim olduğu “meydan”da, bir vinç ve vincin sepetinde ayaklarını ve elinin bir kısmını görebildiğimiz bir oyuncu… Oyun başladığında, vinci adeta vücudunun bir uzantısı gibi kullanarak, iki “beden”i idare ederek, ortaya koyduğu “usta” oyunculuk ile belki de hepimizin belleğine, hayatına nadide bir ânı emanet bırakan bir oyuncu… Sahnede “aziz”leşen, “ermiş” gibi “gören”, “duyan”, “hisseden” bir oyuncu… Öyle ki, “Gogol”ü “paltosunun altından çıkaracak” denli ince işçilik bir oyunculuk, duygu ile bedenin at başı yol aldığı müthiş bir performans… “Rol”ü perişan eden, darmadağın eden, parçalayan ve içindeki “insan”ı sahnenin ortasında bir “insanlık anıtı” gibi diken bir görsel şölen… Her kelimeyi nota belleyip, kıvamında bir müziğin icra edildiği bir resital…
Çok şey söylenebilir Bir Delinin Hatıra Defteri için…
Belki sadece Erdal Beşikçioğlu demek kafi...
Bir oyuncudan (alışageldik) çok daha fazlasını veriyor sahnede… Bir kepçe operatörü gibi, ikinci bir bedeni, bir makineyi de sahnede oynatırken, muhteşem performansıyla, duygusuyla iki kişilik, üç kişilik bir oyunculuk sergiliyor. Kekremsi, buruk, tatsız, tuzsuz tiyatro evrenimize, nadirattan bir güzellik gibi düşüyor. Ve umutlandırıyor, gururlandırıyor seyirciyi…
Bütün salon ayakta alkışlıyor, üç kez çağırılıyor sahneye... Kopamıyor seyirci oyundan, sahneden, az önce seyrettiklerinin “gerçek”liğini arıyor etrafında...
Keşke diyorum içimden, Dünya izlese bu muhteşem oyuncuyu ve oyunu...
Adım adım deliliğe doğru kayan bir adamın güncesi olarak kurgulanan hikayeyi biliriz. Memurların hayatına aşina olan Gogol, Bir Delinin Hatıra Defteri’nde gözlemlerinden ve yaşadıklarının iz düşümlerinden oluşan canlı bir üslupla kurgular hikâyeyi. Bulunduğu yer ile düşlediği mevki arasında gelgitler yaşayan, sıkışmışlık duygusuyla isyanlarına pes edişlerini yamayan bir adamın duygularını günlüklerinden öğreniriz.
Bir Delinin Hatıra Defteri’nde yargılamadan, yaftalamadan bir memurun “sıkışmış”, anlık patlamalarla gün yüzüne çıkan ama içeride daha büyük infialler ile halden hale evrilen hayatı anlatılır. Bu infialler, daha sonraki zamanlarda toplumsal hareketliliklerin de işaretini verecek denli canlıdır. Üst derece memurlardan gördüğü tavrı kendisinden alt kategoridekine (Hizmetçi Mavra) yansıtan, üst kültürün alışkanlıklarına yakın (tiyatroya gider vs…) olmasına rağmen “aidiyet sorunu” yaşayan, “dikey” düzlemde hareket edemeyişiyle bir nevi “hapis” kalan Poprişçin’in, olası “dikey”, “düşey” salınımları ve “baş kaldırışı”nın trajik akıbetleri de oyunun başat gelgitleridir.
Yalınkat hayatına dâhil olduğumuz bu adamın sıkıntısı, “aşk”la gelir… Genel Müdürünün kızına duyduğu aşk üzerinden kurduğu “gerçeklik”, “Sofi”nin bir hassa subayına aşık olması ve evlilik kararı alması ile “kırılır”. “Dünyada bütün güzel şeyler zaten ya generallerin ya da hassa subaylarınındır” yılgınlığı ile bir başka “evren”e misafir olur, Poprişçin… İki köpeğin mektuplaşmaları ile uç veren ruh hali, an be an kendi kara sularından alır götürür bu orta yaşlarındaki adamı başka diyarlara… Kendi varlığını sorguladığı ve bir başka “gerçeklik” ikliminde kendisini İspanya Kralı sandığı zamanlar, çevresinden uzaklaştığı ve esrik bir kıvamda yalnızlaştığı bir hayatın koynuna sokar.
Trajik, komik, duygusal, isyankâr, sıradan, çocuksu, maceracı, deli… Bu sıfatları ve daha fazlasını etrafında toplayan Bir Delinin Hatıra Defteri, Erdal Beşikçioğlu’nun oyunculuğunda unutulmaz bir seyirlik haline geliyor. Bildik bir adresi tarif eder gibi, usta bir kaptan gibi oyun kişisinin ruh halinde gezdiriyor seyirciyi...
İleride konusu geçtiğinde, “Evet, Bir Delinin Hatıra Defteri’ni Erdal Beşikçioğlu’ndan seyrettim” diyecek olmanın keyfini düşünüyorum.
Size iyi seyirler dilerim…
Ben fırsatını bulursam bir kez, birkaç kez daha seyredebilirim.