20 Mart 2011 Pazar

Doğum günü...

"Sizin hiç babanız öldü mü?.."

Benim bir kez öldü!.. O gün bugündür, ağızdan düşmüş bir dişi arar gibi ararım “dil”imle... Dil de gönüldür nihayetinde... Hani deseler ki, nedir mecaz ilminde karşılığı; düşünmeden göbek kordonunun kesilmesidir derim bidayetinde... Hayat, o saatten sonra daha bir tez canlı gelir üzerinize, yalnızlığınızdan fer alır da bilenir... Kendinizi zayıf ve savunmasız hissedersiniz. Göz yaşlarınız içinize akar da susarsınız. Çünkü babanız, yoktur...

Uzaklarda da olsa, varlığını bilmek, hissetmek güç verirdi oysa... Çoğu zaman teğet geçsek birbirimize de çocukluğun o engin dünyasından payımıza düşenler yeterdi de... Ne bileyim işte, birlikte adımladığımız yollar, takılmalar, kahvehanede soluklanmalar, onun esrik zamanlarında peşinden yol bulmalar... Gecenin köründe, yolunu gözlemeler pencere söğesinde...

Güzeldi yani...

Bir gün filmde defolar ortaya çıkmaya başladı... yeknesak devam edeceğini var saydığımız hayat, acı sinyaller veriyordu. Kim kondurur ki ölümü en sevdiğinin üzerine... Ne hikmettir, ümit hep gelir oturur böylesi günlerde... Bir ümit, bir ümit!.. Ama demir almak vakti gelmişken zamandan...

Neden mi anışım sebepsiz yere bu “an”ı...

Doğum günüm ya bugün... Alın size bir doğum günü anısı...

Balığım malum, zamanı sormayın bana... Taa dünden başlayıp Dünya zamanını bitirmiş olsa da içimde süren zamanlar vardır, anlar... Gelecekte var olacak zamanları tüketmişliğim kadar... Öylesi bir zaman işte... Bir boşluğun ardından, bir kayıp gidişin ardından, yasal işlemler malum...

Belki o vakte kadar hiç elime almadığım bir nüfus kağıdı; babamın...

Mamur soruyor öylesine, sıradan, bilgileri!.. Baba adı, anne adı, doğum yeri ...

O da ne ?..

Doğum tarihi!..

20 Mart 1942...

Kaç doğum günü geçmiş, habersiz...

Yazgı, “doğum”da birleştirmiş, bihaberim...

Teoman’ca bir öykünme ile “Babamın doğduğu gündeyim...” işte bugün...

Yıllar önce kaybettiğim bir yitiğin!..

İkindi hüznüdür neşeme gölge...

Bir de!..

Bir de yıllar yılı bir kez olsun farkına varamadığım!..

Ukde!..

O gün bugündür, zaten üzerinde durmadığım doğum günü ritüelinin üzerinde kalın mı kalın bir gölge!..

Durur öylece...

Hani “araf” denir ya, işte öyle...

Sevincim hüznüme mağlup, hüznüm sevincime...

Yenişemeyen iki attır, içimde koşturan...

Sanırım yazgı’m, bu...

İyi ki doğdun baba!..

Mutlu yıllar sana da...

Yattığın yer nur olsun!.. Huzur içinde bekle...

Bak bu kez andım seni, doğum günümde...

Yok yok, doğum gününde...

Böylesi iyi, daha iyi...

Oğlun...

1 Mart 2011 Salı

Kediler ve Balıklar

Havaya düşmezden önce duygulara düşer cemre. İlkin hayal gücünü ısıtır ateşiyle. Cemrenin sihirli elinin değdiği her canlı, bahar düşleri kurmaya başlar. Yakında uyanmaya başlayacak tabiatın ritmine uyanık olmak içindir gayreti. Bir mart soğukluğunda önünü kesse de kabuslar, yakında gelecek baharın düşüne uyanır inatla. Zemherinin ortasında, yağan kar tanelerinin peşi sıra sürüklenen hercai hayalleri biriktirip kardan umutlar yapmaktır hüner; düşlerin imbiğinden ümitleri süzmek..…
Mart, bir sokak kedilerinin düşlerini biler bir de balıkların...
Titrek gölgesinin eşliğinde ıssız sokaklarda gezdiği günler, korkularını devşirir bir kedinin. Hayatın öğütlediği ilk ders, kendinden gayrısına güvenme olur. Bu düsturun eşliğinde, uzağında kaldığı bir yaşamdan intikam almaya a(l)danır. Yalnızlığının koyulaştığı, birbaşınalığının yazgısı olduğu bir evrende, şairane sezgilerinin acılığını yaşar daha çok. Murdar gördüğü bir yaşama, bir cemre sıcaklığıyla uyanırken, masumiyetine hırsları; sevecenliğine öfkesi eşlik eder. Gururludur… Gölgesini kaybetmişçesine kaygılı olduğu günlerden, baharın müjdesini erken aldığı günlere gelmiştir. Yaşam, bir kez daha başlamaktadır. Bir daha asla kaybetmemecesine geçirir pençelerini hayata..…İçinde hayat taşıyan her şeye... Ölümüne ve hırsla..…
Bildik bir dünyadan, bilinmeyen deryalara yelken açmış garip bir balık için de çetin bir sınavdır mart. Alışamadığı ve asla alışamayacağı bir yerde, kalmanın, kalabilmenin kavgasını verir. Bütün yenik başlayanlar gibi, çekip gitmeye meyillidir. Kırgınlıklarını birbirine ulasa da, sevecenliğini esirgemez kimseden. Özgür deryalara dönme isteği sıkça depreşse de, yazgısının peşinden sürüklenir, durur. Mekanik aşkların ve rutin hayallerin diyarı, cehennemî bir çilegâhtır. Yabancılığını iliklerine kadar hisseder. Cismi gölgeye, gölgesi hayale, hayali halisünasyona dönüştükçe fark eder yok olduğunu. Kırgınlığı, gördüğü düş ile yaşadığı gerçeğin arasındaki ısı farkıdır. Nice cemreler dindiremez yılgınlığını. Anlatılanlar, tatlı bir masaldan, koca bir yalana dönüşür. Ilık meltemlerin tenleri okşadığı, serin yazlar beklerken; karlı, soğuk bir kış ayazında açmıştır gözlerini..…Hayat, cismini merkezden muhite doğru büyük dalgaların savurduğu bir meydandır. Ve, sürüklendiğini hissetmektedir, yaşamın merkezinden ölümün sahillerine... Korkusu çok geçmeden yazgıya dönüşür her balığın.
Kediler!.. Ne de çok severler balıkları!.. Korkularının sazlığında bahara uyanmışken, yaşamın kıyısından ölümün sahillerine kaymış bir balığı görmek, ne kadar da mutlu ediyordur onları. Ölümün soluğunu ensesinden savarken; bir başkasının gözlerinde görmek ölümün gölgesini, kim bilir nasıl bir hazdır? Teker teker yok oluşlardan, yaşam ummak, nasıl bir mutluluk?
Balıklar!.. Ne de çok severler kedileri!.. Kaygılarının gelgitinde sahile vurmuşken, son nefesini bir ölümlünün pençelerinde vermek ne de mutlu eder bir balığı. Ağırlığını taşıyamadığı bir hayattan azade kalmanın sorumluluğunu kediye yüklemenin huzuru yeter de artar bile. Ölüm, hiç de trajik değildir bir balık için. Cismi suya her aksedişinde, yüzündeki ölüm gölgesini görmenin aşinalığı vardır zira.
Düşleri ve kabusları bir bıçak gibi keser mart.
Kediler sözlüğünde hayattır adı; balıklar sözlüğünde ölüm!..