7 Kasım 2010 Pazar

İstanbul akıyor damarlarımda!..

Kentimin sokaklarını her arşınlayışımda, hikâyesiz insanları gibi haneler dikiliyor karşıma. Toprağından kopmuş, bir şekle bürünmüş her imar bloğu, aciz bedenini parlak ve cilalı betonun üzerinde sürüyen sürüngenlerden farksız görünüyor. Topyekûn bir şekilsizliğin koynunda boy atıp gelişen bu yerden bitmeler, her sokak başı bir heyula gibi kesiyor yolumu. Arsızlığı yüz boyu, fütursuz, hoyrat bu nevzuhurlar giriyor rüyalarıma. Kan ter içinde uyanıyorum uykusuz sabahlara.
Tekin olmayan bir yerden geçerken ecinnilerin saldırısına uğramış ve çarpılmış gibiler. Eciş bücüş gövdelerini dört ayakları üzerinde güçlükle tutarken, aczini anlamaktan ne kadar da uzaklar!.. Ufkunu işgal ettikleri kentin manzarasına hayli hakimler oysa. Yersiz yurtsuzluğunu örtmek için, şişirdikçe şişiriyorlar egolarını. Bu terazi bu kadar sıkleti çekmez mi? Çeker, onlara göre. “Asma”sıyla “Çekme”siyle boyuna uzuyorlar!.. Gökyüzünün hesabını kim sorabilir ki onlara!..
Her taşra açıkgözü gibi, biribirinin omzunda yükseliyor. Sırt sırta, omuz omza intikam alıyorlar geçmişten. Devir, onların!.. Mayoz bölünüp, kendi çarpanlarıyla çoğalıyorlar. Prefabrik bir özden süratle çoğalmış, birbirinin fotokopisi zevksizliğin eseri çoğu... Köklerini bıraktıkları yerlerden en ufak bir esinti taşımıyorlar. Koyu bir kimliksizliğin esiri çoğu... Yaftalandıkları esaretin ağırlığından habersiz, keyfini sürüyorlar hayatın.
Kentimin sokaklarında geziyorum… Her köşe başı, kendi köksüzlüğümü haykırıyor yüzüme. Hiçbirinde bir iz yok benden!.. Girift bir korku seziyorum, hanelerde. Korkuyorum. Ayaklarımı bastığım zemin kayıyor. Sallanıyor, arz!.. Bir korku ürüyor, binaların yüreğinde. Şaşkın gözlerle ufku tarıyorlar. Aczinin doruklarında, boş bir bakış akşediyorlar çevreye. Can havliyle daha bir yakınlaşıyor, tutunuyorlar birbirlerine. Ferleri sönmüş dizlerine inat!..
Kerpiç evinin hülyasına dalmış her kentli, gecenin zifirinde, balkonlardan gökyüzüne ağıyor. Bu kentte, bahçeye, sokağa açılmıyor evler. Pencereler kör kuyu; kapılar mahşer!.. Muhayyel bir kıyameti müjdeliyor her şey. Sokak aralarında çocuklar kayboluyor. Çocuklar, sokak aralarında kaybediyor kendini. Çocuklar, sokak aralarında büyüyor. Sokak aralarında ölüyor, çocuklar…
İstanbul!.. Gidiyorum; eksilmiyor. Geliyorum; artmıyor. Seviniyorum, paylaşmıyor neşemi. Ölüyorum, tutmuyor yasımı. Duyargaları keçeleşmiş, kan dolaşımı zayıflamış devasa bir hilkat garibesi gibi. Kösnül, biri diğerinden farksız günlere güneşler doğarken, geçmişini kaybetmiş, bugünden bihaber!..
Ben!.. Yaşıyorum; kayboluyor izim. Yazıyorum; yitiyor sesim. Geçtikçe yıllar, gitgide İstanbul oluyorum. Her köşe başında yol kesen umacı benim. Benim, devasa binalarla, güneşi sokmayan evlere. Rüyaları bölen kâbus; çocukları bekleyen ölüm; tomurcuklanan her düşü çalan, benim!.. Azmış egoma yükseklerde tatmin arayan da benim!.. Ben!..
Sokaklarında geziyorum İstanbul’un!..
İstanbul, akıyor damarlarımda!..

Hiç yorum yok: