9 Ekim 2010 Cumartesi

İlkel

Bizler, nostalji kuşağının çocukları, geçmişin izlerini bugünde kaybetmiş olmanın hüznüyleyiz. Hormonlu duygulanımlar çağında, ilk duyguyu keşfedebilmenin kavgasındayız. Çekip gitmek, gidip saklanmak ve kaybolmak istememiz bundan. Bundan, bir çekimser bir karamsar hülyalara dalmamız. Coşkumuzun süreksiz, sevdalarımızın kurak geçmesi bundan. Kapısını tıklattığımız adreste aradıklarımız yok. İzini sürdüklerimiz ise asla bulmak isteyeceklerimiz değil. Tezat bu!..
Uzayan kalabalıklara dalıp, tanıdık bir yüz arayışımız, nafile!.. Aradığımız rengin karışım oranları bilinmiyor artık. Yüzyıllar öncesinden keşfedilmiş bir motifin izlerini sürüyoruz. Yüz çevirdiğimiz her kapı, artırıyor yalnızlığımızı. Kafdağı’nın ardındaki hayal ülkeyi arıyoruz, beyhude çırpınışlarla. Onlarca, binlerce, milyonlarca, milyarlarca insan yekvücut aynı dramın aktörleri oluyor. Her köşe başında, kendi yüzümüz karşılıyor bizi.
İki bin üç yaşında doğuyor çocuklar!.. İki bin beşte yürüyecek!.. Asırlık bir merhabayla, gülümsüyor dünyaya. Dünya yaşlı, insanlar da!.. Sırtımıza abanan yıllarla belimiz bükülmüş, acuze ihtiyarlarız şimdi. Her yeni, asırlar öncesinden gelen naftalin kokulu esintiyle, sıradanlığın sığlığında kayboluyor. Anonim marjinallikler yaşıyoruz; modüler farklılıklar!.. Benzeşmekle yazgılanıyor; coşkusuzlukla yargılanıyoruz. Dümenini okyanuslara çevirdiğimiz her gemi, bir ters akıntıyla sığ sulara sürükleniyor.
Yaşanmışlıklardan medet umuyor; alışkanlıklarımıza sığınıyoruz. Beş duyumuzun üzerini, kalın bir duyarsızlık yorganıyla örtüyor; karanlık akşamlarda uyutuyoruz. Hayat suyunu çıkarsın diye açtığımız artezyenden ölümcül gazlar çıkıyor. Eterden esrik, divane seyyaleleriz. Her esinti, bilinmedik adalarda bırakıyor bizi. Her adada, bildik bir gemi bekliyoruz. Gözlerimiz ufka çakılı, boşlukta karıncalanıyor. Bulanık bilincimiz; ölüşken duygumuz ve arızalı hislerimizle bir düşe uyuyoruz.
Gerçekten sürgün, düşlemlerimizin derinliğinde kayboluyoruz, aradığımızı bulmak ümidiyle. Çocukların, doğarken dünyaya güldüğü dönemi merak ediyoruz. Yüreğine aşkı davet eden ilk insan, neler hissetmişti acaba? İlk günahtan nedametin ezgisini duymak istiyorum. İlk aşkı yaşamak; ilk sevabı işlemek; ilk gönül kırıklığını hissetmek… Bilkuvve coşkuları kuşatan bilfiil eylemsizliğin sınırlarını kırmak, hayata coşkuyla dokunmak maksadım. Asırlık kazuratın gölgesinde kalmış, solgun, eprimiş bir dünyaya itirazım. Kendi hesabıma, hayatımı temize çekmeye hazırım!..
Zamanın asırlık imbiğinde birikmiş modern tortu sizin olsun. İlkeli bulun bana!.. Taklit duyguların evreninden sıyrılmak, turfanda bir ürpertiyle sevinci ve hüznü kucaklamak istiyorum. Ağlar gibi ağlamaktan, sever gibi sevmekten; yaşar gibi yaşamaktan bıkkınım!..
Rol yapmayın lütfen!.

Hiç yorum yok: